Çok zor olsa da, esinlendiğim bir baharım, rabıtaya durduğum, hayalini kurduğum düşlerim var benim...
Düşmekten korkmadığım, üşüşmekten dem vurduğum ay ışığı gün karası gecelerim var benim...
Anlamın, sözlükten farklı, gerçeğe aykırı sunduğu bu dünya; dibi yosunlaşmış gölün, gülden çiçekten usandığı çölün, yağmursuz bulutu gibi.
Aykırı ve yargı dolu bir yaşamın son nefesinden aldığın hazın, asıl sondan yoksun ve habersiz oluşu gibi.
Açlığın ve aşksızlığın kıtlığı arasında, duygulu hatta düşünceli ve hatta olağan dışı içtenliğin devasa zarafetinin yarattığı şablon ve olmaması gereken diğer her şey gibi gerçekten ve olması gerekenlerden uzak bir dünya...
'Ve "özür dilerim" ki benim dünyam; geri kalan tüm dünyalara aykırı ve hayalperestliğin zirvesinde, yaratılmış düşünce ve daha çok duygu topluluğu. Her zaman olmaması gerektiği gibi...'
Oysa ki gerçek kime göre tasarlanmıştı, on kişinin iddia ettiği ya da yaşadığı şey; tek kişinin kine karşın, doğru ve gerçekçi olabilme yargısını kimden ve nasıl alıyordu?
Ölçülebilir veya yadırganır olduğunu kimler belirliyordu?
İçimizden dışımıza çıkmasın diye etten korkuluklar dizdiğimiz; onca duygu, düşünce ve fikir kime göre, ne için müebbet yemişlerdi?
İçgüdüler, içimizde günbegün körermeye yüz tutan hazlar, istekler, duygular; kimlerce bastırılması uygunluk atfediyor? belki yaşamın nabzına dokunacak, hayatın kapkara, siyah beyaz olan çerçevesi rengarenk bir hal almasına sebep olacak onca "olmaması" gerek şey "niye olması gereken şey" halini almıyordu?
Labirentimizi kendimiz inşa ettik.
Bir çıkış koymadıysak, yaşadığımız dünyanın hangi dünya olduğunun ne önemi var!

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder